Kitabın bitişi Yeşilçam dizisi/filmi gibi. Çoğu kitapta aşk kadın gözünden anlatılırken bu sefer bir erkeğin iç dünyasından aşk acısını ve özlemi dinliyoruz. Bana kalırsa histerik bir aşk, saplantılı ve hastalıklı bir şey Kemal'in duyguları. Kitapta duygular o kadar gerçekçi, karakterler o kadar hayatın içinden ki kitabı bitirdikten sonra hikayenin gerçek olduğu fikrine kapıldım. Yazar sanki bu insanları birebir gözlemlemiş, Füsun'un yan komşusuymuş ya da nişana katılanlardan birisiymiş gibi hissettim. Çok canlı bir kitap, duygular ve karakterler çok hakiki.
Kitapta doğu - batı değer çatışmaları ilk başlarda çok temelde, İstanbul'un en elit tabakasında bile o yıllarda cinsellik ve kadın erkek birlikteliğine yönelik kaygılar yer alıyor. Dönemin yapısını da iyi yansıttığını düşünüyorum.
Ben Kemal'in yazara hayat hikayesini anlatması kısmını kurgu olarak görüyorum. Ama yazarın hayatının bir döneminde Kemal'in aşkına benzer bir deneyim yaşadığını düşünüyorum, neredeyse eminim. Yoksa hisleri bu kadar gerçekçi aktarmasının imkânı olamaz. Müzeyi de kendi aşkına bağlılığı olarak görüyorum. Sevdiği kişiyi kaybetmiş ve geriye kalan her şeyi, onu ve anılarını canlı tutmak adına bir araya toplamış olabilir diye düşünüyorum.
Kurgu çok iyi. Kitaba puanım 9.5/10.
Cinselliğin dönemin en modern yerlerinde dahi tabu olarak kalması çok yerinde bir tespit, ben de yazarın bu mesajı özellikle vermeye çalıştığını düşünüyorum. İki kıta arasında kalmışlığın bir simgesi olarak görüyor yazar. Neredeyse tüm kitaplarında işlediği bu konuya burda da bu şekilde değinmiş. Bunun dışında kitabın gerçekçiliği o kadar üst düzey ki, gerçekten de insana bu yaşandı mı sorusunu sorduruyor. Bana göre Orhan Pamuk'un en hisli kitabıydı. Müze ile birlikte bir eser olarak görüldüğünde de dünya postmodern sanatının parmakla gösterilmesi gereken bir eseri olduğunu düşünüyorum.